İtfaiye uzun süre toprak altındaki işçiye ulaşmaya çalıştı. Yaklaşık 1 saatlik çalışmanın ardından toprak altında kalan işçinin cansız bedenine ulaşıldı.
29 Eylül 2014 Pazartesi
İSKİ çalışmasında göçük: 1 işçi öldü
İtfaiye uzun süre toprak altındaki işçiye ulaşmaya çalıştı. Yaklaşık 1 saatlik çalışmanın ardından toprak altında kalan işçinin cansız bedenine ulaşıldı.
19 Ağustos 2014 Salı
DİKKAT...Telefon ilk çaldığında sakın açmayın!
Çukurova Üniversitesi'nde (ÇÜ) yapılan araştırmada, elektronik aletlerin yaydığı manyetik alanın, anne karnındaki bebeğin etrafındaki sıvıdan alınan hücrelerdeki kromozomlarda bozulmaya neden olduğu belirlendi. Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Demirhan, "Telefonu ilk çaldığı zaman açmayın" derken, bakın bunun sebebini neye bağladı?
Anne karnındaki bebeğin sıvısından alınan hücre örnekleri üzerinde çalışan uzmanlar, çalışmada manyetik alana maruz kalan kültürlerde yeni oluşan kromozomlarda hasar tespit etti.
Prof. Dr. Demirhan, manyetik alanların özellikle cep telefonlarında daha yaygın olduğunu, bu telefonlara insanların sürekli maruz kalma olasılığının da yüksek olduğunu belirterek, "10 yıldan fazla cep telefonu kullanmak veya manyetik alana maruz kalmak kanseri tetikliyor, arttırıyor ve uyarıyor" ifadesini kullandı.
Anne karnındaki bebeğin etrafındaki sıvı üzerinde deney
İnsanların günlük yaşantısının manyetik alanlar içerisinde geçtiğine dikkati çeken Demirhan, bu alanların insana etkilerini araştırma amaçlı yaptıkları çalışmanın sonuçlandığını kaydetti.
Çalışmada anne karnındaki bebeğin etrafındaki sıvıyı kullandıklarını bildiren Demirhan, deneylerini insan üzerinde yapma olasılıkları olmadığı için bebeğin etrafındaki sıvı içerisindeki hücreleri kültür ortamına aldıklarını, bu ortamlardaki hücreleri manyetik alana maruz tutarak değerlendirme yaptıklarını aktardı.
Demirhan, şu bilgileri verdi: "Anne karnındaki bebeğin etrafındaki sıvı içerisindeki hücreleri, önce normal kültür ortamına aldık. Daha sonra ise bu hücreleri kültür ortamında 900 ve bin 800 megahertzlik olmak üzere iki grupta çalışmamızı gerçekleştirdik. Her gurubu da kendi içerisinde 3, 6 ve 12 saat olmak üzere 3'er gruplara ayırdık. Manyetik alana maruz bıraktığımız kültürlerin 12 gün boyunca kontrolünü yaptık. Çalışmamızın sonucunda, yeni oluşan kromozomlarda bozulmalar tespit ettik."
Demirhan, kromozomlarda ortaya çıkan bozulmaların gen yoluyla nesilden nesile de geçebildiğine dikkati çekti.
"TELEFONU İLK ÇALDIĞINDA AÇMAYIN"
Cep telefonlarında ilk aramada çok yüklü manyetik alan olduğunu vurgulayan Demirhan, telefonun ilk çaldığında açılmaması gerektiği tavsiyesinde bulundu.
Cep telefonu seçerken de soğurma değeri anlamına gelen "sar değerlerine" dikkat edilmesini isteyen Demirhan, şöyle devam etti: "Telefonlarımızı alırken sar değerlerine bakmamız gerekiyor. O telefonun soğurma değeri, yani kaynaktan veya uydudan aldığı ya da baz istasyonundan çektiği gücün değeridir. O güç çok önemli. Bu güce bakarak telefonlarımızı almamız lazım."
Sabri Reyiz dedikodu yapmış.
Galatasaray Kulübü eski yöneticisi Fatih Gökşen, şu anda Fenerbahçe ile Galatasaray'ın 4'üncü yıldızı takmanın en büyük adayları olduğunu belirterek, "Bence Fenerbahçe favoriydi ama Ersun Yanal'ın istifasıyla favori değişmiş oldu" dedi. Gökşen ayrıca Sabri Sarıoğlu'nun kadro dışı kalmasıyla ilgili olarak da bir iddia ortaya attı: Sabri dedikodu yapmış, ağır sözler söylemiş.
Gökşen, kulübün transfer politikalarıyla ilgili görüşünü şöyle açıkladı: "Olcan takıma güç katacaktır. Ancak ben yine de üzerine basa basa söylüyorum yanlış ve riskli transfer yapacağımıza, elimizdeki oyuncuları en iyi şekilde değerlendirmek varsa eksik bölgelere eldeki futbolcular yada altyapıdan takviyelerle takıma kazandırmak en iyisi olacaktır. Geçmiş dönemde ikazlarımızı yaptık. Devre arasında 10 oyuncuya verilen 20 milyon avronun bugünlerdeki sıkıntıyı getireceğini, yabancı kontenjanını boşaltmadaki sıkıntıların sezon sonunda yaşanacağını hep söylemiştik. Bugün bunların hepsinin gerçek olduğunu gözlemliyoruz. Bruma'nın iyi futbolcu olduğunu kimse inkar edemez ama 10 milyon avroluk genç bir oyuncunun bize transferi riskliydi. Parayı Bruma gibi bir yıldız adayına vereceğimize daha dikkatli davranıp, Wesley Sneijder gibi kendini ispatlamış birini alsaydık geçen sezonun şampiyonuyduk. Şampiyonlar liginde de daha ilerilere gidebilirdik."
Didier Drogba'nın dünyanın sayılı forvetlerinden birisi olduğunu, bu yıl da oyuncuyla devam edilmesi gerektiğini düşündüğünü ifade eden Gökşen, "Chelsea, kendisini kazanabiliyorsa, elimize kadar gelmiş Drogba'yı biz burada iyi bir şekilde kullanabilirdik. Hatalı davrandık. Burada da Mancini'nin yaptığı yanlışları gördük. Gol ararken bir santrforu çıkaran Mancini'nin başarılı olması mümkün değildi. Ama gel gelelim yerli bir teknik adamla devam etmeyip yine İtalyan bir hocayla devam etmemiz, üstelik hiçbir başarısı olmayan, İtalya Milli Takımı'nda da en ufak bir başarı sergilemeden ayrılması Galatasaray için bir dezavantajdır" ifadesini kullandı.
"Gidişat iyi değil"Fatih Gökşen, Galatasaray'da yöneticilerin risk değil, kendini ispatlamış, garanti artı getirecek futbolcu ve teknik heyetle çalışmak mecburiyetinde olduğunu bildirdi. Galatasaray'ın oyuncu yetiştirecekse bunu altyapıdan yapması gerektiğini, genç futbolculara büyük paralar verip risk alınmaması gerektiğini aktaran Gökşen, "Bruma, Amrabat ve Hajrovic örneğinde gördüğümüz gibi. Dünyanın paraları gitti, ortada Hajrovic yok. Giden paraları topladığımızda yaklaşık 22-23 milyon avro para" dedi.
Gökşen, yöneticilerin transfere bakan kişileri iyi takip etmesi gerektiğine işaret ederek, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Tecrübesiz ve bilgi noksanlığı yaşanan transferler gözüküyor. Menajerler yöneticileri ellerinde istedikleri gibi oynatırlar. Ne kadar gel git olursa, o kadar gelen yeni futbolcu olur. Yeni futbolcu getirmek için yeni transfer ettiğini göndermek istersin. Bunun sonucunda maddi zorluklarla karşılaşırsın. Ondan sonra da UEFA kriterlerindeki finansal problemleri yaşarsın. Önümüzdeki sene için UEFA ihtarnamesini çekmiştir. Galatasaray'ın eğer mali konularda düzelme yaşamazsa önümüzdeki sezon Avrupa'ya gidememe gibi bir riski de vardır. Bizim konuşmalarımız muhalefet yapıyor gibi algılanabilir ama biz Galatasaraylıyız ve burada doğruları söylüyoruz. Söylediklerimizin birkaç cümlesini kafalarının bir köşesine yazarlarsa iyi olur. Çünkü Galatasaray hepimizin, kimsenin malı değil. O açıdan yöneticiler, eleştirildikleri konularda çözüm de sunuluyorsa bunları değerlendirmek mecburiyetindeler."
Eleştiriye "muhalefet yapıyor" gözüyle bakılmasının geride kaldığını söyleyen Gökşen, "Galatasaray mali sıkıntı içindedir. Galatasaray'daki borçları azaltsın diye 10 yılının dolmasını beklediğimiz Sayın Başkan tarihin en büyük borçlanmasını Galatasaray'a yaşattı. Bilakis biz onu başkan yaparken Galatasaray'ın borçlarını eritsin, kurumsal çalışmayı iyi biliyor, şirketlerinde bunu uyguladı diye düşündük ama şimdi bütün Galatasaraylılar sükutu hayal içerisindeyiz. Başkandan biz hala kulübün borçlarını kapatmasını, düzlüğe çıkarmasını bekliyoruz. Gidişat iyi değil. Bu açıdan yönetim kurulunun bu sene çok dikkatli davranması lazım" şeklinde konuştu.
Sabri'nin kadro dışı kalmasıGalatasaray'ın eski kaptanı Sabri Sarıoğlu'nun kadro dışı kalması olayıyla ilgili düşüncelerini de paylaşan Gökşen, yaşananların sportif bir olay olmadığını söyledi. Kişisel olarak Sabri'nin de hatalarının olduğunu öğrendiğini belirten Gökşen, "Soyunma odasında hem yöneticiler hem de Mancini için ağır sözler sarf etmiş. Konuyu tam detaylı bilmiyorum ama kulağıma gelenlerde iki kişi arasında geçen konuşmalar muhakkak duyulur, gizli kalmaz. Sabri bir kaptan gibi davranmayıp dedikodu yapmış ve ağır sözler söylemiş diye kulağıma geldi" dedi.
Gökşen, bir kaptanın da kadro dışı kalmasının ciddi bir olay, yanlış yapılmaması halinde olmayacağını ifade ederek, "Galatasaray kaptanını kolay kolay gözden çıkarmaz. Burada Sabri'nin şapkayı önüne koyması lazım. Kendisini şaka falan Galatasaray'ın reisi sandı. O açıdan ayaklarını yere basması lazım. Gerekiyorsa da bütün yöneticilerinden, ağabeylerinden özür dileyip, Galatasaray'a yakışan bir şey uygulamalı" diye konuştu.
Tekirdağ'da hurda deposunda patlama: 1 ölü, 1 yaralı
14 Mart 2014 Cuma
Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı öncesi hatıraları
Atatürk tarafından kaleme alınan Nutuk, büyük asker ve devlet adamının hayatı, düşünceleri ve devrimleri için en temel kaynak durumundadır. Fakat Nutuk, 19 Mayıs 1919’dan başlar, dolayısıyla Kurtuluş Savaşı’nın tarihidir. Atatürk’ün daha önceki dönemlere ilişkin kişisel anılarını birinci ağızdan anlattığı en önemli kaynak ise, Ankara’da yayımlanan Hâkimiyet-i Milliye gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Bey (Atay) ile İstanbul’da yayımlanan Milliyet gazetesi başyazarı Mahmut Bey’e (Soydan) 1926 yılında dikte ettirdiği anılardır.
Söz konusu anılar, 13 Mart 1926’da Milliyet gazetesinde ve 14 Mart 1926’da Hâkimiyet-i Milliye gazetelerinde tefrika olarak yayımlanmaya başladı. Fakat Mustafa Kemal Paşa’nın Mareşal Hindenburg ile ilgili anlattığı şeyler Almanya’yı rahatsız edince, Gazi incelik göstererek yayını durdurdu. Anılar, ancak 1944 yılında, Falih Rıfkı Atay’ın kendi notlarını derleyip yeniden yayımlamasıyla tamamlanabildi.
Mustafa Kemal’in 1926’da tefrika edilmeye başlayan anıları, I. Dünya Savaşı sırasında Türk ordusunun içinde bulunduğu durumu anlatarak başlıyordu:
“Ben Birinci Dünya Savaşı’nın müttefiklerimiz için iyi sonuç vereceğine güvenmiyordum. Fakat savaş olduktan sonra bulunduğum cephelerde savaşı başarıya ulaştırmaya çalıştım. Öteki cephelerde ise sanki tersine bir yarışma vardı. Başkomutan Vekili (Enver Paşa) her hareketinde bir ordu yok ederdi: Sarıkamış’ta olduğu gibi… O ve arkadaşları -zaten daha önce- Türk milletini uygunsuz duruma sokmuşlardı. Bu uygunsuz durum, ordunun yabancı komutanların eline bırakılması ve verilmesidir. Bu açıdan Almanları ve Alman asker heyetini tenkit etmek istemem; asıl tenkide layık olanlar elbette bizim devlet reisimiz ve özellikle devlet adamlarımızdır. Türk ordusunun güçsüz ve kabiliyetsiz olduğu inancıyla o heyeti, ayaklarına kadar giderek ve rica ederek memleketimize davet edenler onlardı. Bu heyete, Türk milletinin kabiliyetsizliğinden, beceriksizliğinden açık biçimde söz edilmiş, kendilerine adeta gelip bizi adam etmeleri teklif olunmuştur. Böyle bir müracaat üzerine gelen bu heyet, içlerine girdikleri insanları ve çevreyi güçsüz, hatta haysiyetsiz telakki ederse, mazur görülebilir.”
6 Mart 2014 Perşembe
İlker Başbuğ Serbest mi ?
Hukukçuların yaygın görüş, Başbuğ’un derhal tahliye edilmesi gerektiği yönünde.
TAHLİYENİN ÖNÜ AÇILMIYOR
Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi: Açıkçası tahliyenin önünü açmıyor. Anayasza’nın kişi özgürlüğü hakkını düzenleyen 19. Maddesinin ihlal edildiğine ilişkin bir karar vermedi. Anayasa Mahkemesi öncelikle ilk mahkeme önündeki yargılama sırasında uzun tutuklulukla başvuruyu süre aşımı yönünde kabul edilemez buldu. Usuli nedenle reddetti. Sadece Ergenekon mahkemesi hüküm verdiği halde ve gerekçeli halde tamamlamayıp fiziken elinde bulundurduğu halde Başbuğ’un talebine ilişkin bir karar vermemesini aykırı buldu. Hüküm verdiği halde ya makul bir süre içinde gerekçeli kararı tamamla ya da tamamlamamışsan o zaman tahliye talebi ile olumlu veya olumsuz bir görüş bildir, diyor. Yani, serbest bırakılması yönünde başvurabileceği bir makamın varlığını işaret ediyor bu karar. Yoksa uzun tutukluluk nedeniyle bir ihlali düzenlemiyor. Ve zaten kararında açıkça demiş ki, sen olumlu veya olumsuz bir karar değil, bir karar ver diyor. Dolayısıyla milletvekillerinden tamamen farklıdır. Tutukluluk süresine ilişkin vurgu bakımından farklıdır. Burada makul süre nedeniyle bir ihlalden söz etmiyor.
DOĞRUDAN TAHLİYEYE YOL AÇMAZ
Türk Ceza Hukukçuları Derneği Başkanı Avukat Fikret İlkiz: Anayasa Mahkemesi bu kararla yerel mahkemeye “Talebi incelemeniz lazım. Yargıtay’a gitmesini engellemişsiniz, bu bir ihlaldir. Tahliye talebi hakkında bir karar ver” diyor. Yani şöyle: Mahkeme bir hak ihlali tespiti yapıyor. Bu tespiti, Anayasa’nın kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerine atıfta bulunarak yapıyor ve “Karar ver” diyor. “Askıda bırakamazsın” diyor. Bunu ihlal sayıyor. “Herkesin adil yargılanma hakkı var ve karar vermen gerekir” diyor. Bu karar doğrudan tahliyeye yol açmaz. Çünkü mahkemeye “Talebi incele” diyor. Karar verilmemiş olmasını hakkın ihlali olarak tespit etmiş. Mahkeme bu konuda bir karar vermeli. Yerel mahkeme, “Ben el çektim, karar veremem” diyemez. Aslında Anayasa Mahkemesi bunu karara varabilirdi. Artık böyle bir ülkede hangi mahkemenin önüne gelirse gelsin, sorun mutlaka çözülmeli.
DERHAL TAHLİYE EDİLMELİ
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu:
İlker Başbuğ’un şu andan tezi yok derhal tahliye edilmesi lazım. Bir gerekçeli kararı yazmaktan aciz, kapısına kilit vurulmuş mahkemelerden söz ediyoruz. 700 bin kişiye komuta eden İlker Başbuğ’un, web sitesi üzerinden nasıl darbe yapacağının gerekçesinin yazılması gerekiyor.
Mahkumiyetleri peşin peşin verdiler, şimdi gerekçeyi bulmaya çalışıyorlar. AYM’nin ise vermiş olduğu karar sadece gerekçenin yazılmamış olmasına dayanmıyor. Tutuklamada yeterli gerekçe yazılmamış…
Rıza Sarraf denilen, ne iş yaptığı bizce meçhul, sadece bakan evlatçıklarıyla yakın ilişkide olmak suretiyle akıl almaz servetler kazandığı bilinen bir zatın, konumu dolayısıyla tahliyesine karar verildiği Türkiye’de, bir dakika bile zindanda tutulamayacak bir kişi varsa İlker Başbuğ’dur, Engin Alan’dır, Doğu Perinçek‘tir.
Rıza Sarraf’ın bakan çocuklarının konumlarından binlerce kat daha muteber olan insanlardır. Ben İlker Başbuğ’un avukatlarına öneriyorum, tüm avukatlara öneriyorum. Ne iş yaptığı belli olmayan bir zatı muhteremin tahliye kararı artık içtihattır, bunu emsal göstersinler. Türkiye’deki her tutuklu mahkemeye başvursun. Konumum dolayısıyla tahliye edilmek istiyorum desin. Bu karardan sonra bir dakika bile daha fazla tutuklu kalması artık kabul edilemez. Şunu da çok ifade edeyim HSYK’nin teftiş mekanizmasının adalet bakanına doğrudan bağlanması ve dolayısıyla Başbakan’a bağlanması, Türkiye’deki bütün hakim ve savcıları başbakan’ın insafına terk etmiş durumundadır. Türkiye’nin binlerce çalışkan ahlaklı hakimi vardır. Bunu kabul etmek mümkün değildir.
HSYK’nın teftiş mekanizması Başbakan’a bağlandıktan itibaren, zindanda tutulan herkesin sorumluluğunu artık Başbakan’da görürüm. Tahliye kararı verilmeyen her olayda başbakan sorumludur.
TAHLİYE BUGÜN OLUR MU?
Ben bir dakika içinde olmasını istiyorum. Karar yazıldı bildiğim kadarıyla, derhal götürürler, birazcık fazla mesai yapıversin hakimlerde. Çünkü ilker Başbuğ yeterince fazla mesai yaptı İlker Başbuğ. Burada sadece İlker Başbuğ’u tahliye etmeyecekler, kendi namuslarını, yargının namuslarını da kurtaracaklar.
BALBAY’DAN FARKLI KARAR
Balyoz davası avukatlarından Hüseyin Ersöz: Öncelikle şunu ifade edeyim. Balbay kararından çok daha farklı bir kararla karşı karşıyayız. Özgürlük hakkıyla beraber milletvekili seçilmesinden kaynaklanan hakların da ihlal edildiği yönündeydi.
sanıklar tahliye talebinde bulunmuştu ancak mahkeme reddetti. Ama başbuğ kararında farklı bir durumla karşı karşıyayız. Tam olarak özgürlükten yoksun bırakmanın sebebi Yargıtay’a dosyanın gönderilmemesi ve gerekçeli kararın yazılmaması nedeniyle. Bu da özgürlük hakkına ihlalin gerekçesi. İlker Başbuğ ile aynı durumdan olan diğer sanıklarla bağlayıcı durumda olan bir kararla karşı karşıyayız.
CEZA HUKUKÇUSU YILMAZ YAZICIOĞLU:
Kararın ardından NTV canlı yayınına katılan Ceza Hukukçusu Yılmaz Yazıcıoğlu ise şunları söyledi:
“Bu sadece özgürlüğün kısıtlanmasına ilişkin bir karar. Yargıdaki orantısız güç kullanımına ilişkin bir karar. Hükme ilişkin değil. Buradaki espri şu. Gerekçeyi mahkeme yazmadığı için Yargıtay’da da tahliye hakkınız vardı. Şimdi yazsalar bile tahliyenin gerçekleşmesi gerekiyor.
Anayasa Mahkemesi’ne bu kararına uymazsa, o zaman kasıtlı olarak özgürlüğü kısıtlamış oluyor. Bu karar faksla iletildiği için bu akşam o mahkemenin, orada hazır olması gerektiği için, faks ellerine ulaştıkları zaman karar vermeleri gerekiyor. Kişinin öneminden de yaptığı görevden de bahsediyor. Balbay kararında diyordu ki o süre çok uzundur. Burada tutuklama bakımından gerekçe koyamamıştır deniyor.”
Kaynak: Sözcü
10 Şubat 2014 Pazartesi
HANEDAN ARTIKLARI, İSTANBUL'UN YARISINI İSTİYOR
Sultan Abdülhamit’in torunları, aralarında Kabataş Meydanı, Galatasaray Adası ve Veliefendi’nin de olduğu onlarca değerli mülk ve arazinin kendilerine miras kaldığı iddiasıyla hukuk mücadelesi başlattı.
Miras için 2010 yılında veraset, yani akraba ispatlığı davası açıldı. Osmanlı arşivinden çıkan belgelere göre aralarında Türkiye, Lübnan, Suriye İngiltere, hatta Meksika’dan isimlerin olduğu 250 kişilik bir varis listesi oluşturuldu. Bu 250 akraba için mahkeme geçen Aralık’ta yapılan duruşmada, kararını 27 Mart 2014’te açıklayacağını söyledi. Eğer İstanbul 12. Sulh Hukuk Mahkemesi, verasetleri kabul ederse miras davasının önü açılacak.
İŞTE İSTENEN MÜLKLERİN SADECE BAZILARI:
- Galatasaray Adası
- Sultanhamam’daki İzmirli Hanı
- İstanbul Gedikpaşa’daki tiyatro arsası
- Eyüp Kopçageçidi’ndeki 21 dönüm tarla
- Eyüp’te 18 dönümlük Bahariye Kışlası
- Kağıthane’de 20 dönüm arazi
- Bakırköy’de 70 dönüm arazi
- Bakırköy Veliefendi çayırı
- Dolmabahçe’de 30 dönüm bostan
- Beşiktaş Serencebey’de 2 dönüm bağ, Ihlamur’da 3 dönüm arsa
- İstanbul Horhor’da konak ve 5 dönüm arsası
- Arnavutköy Akıntı Burnu’nda gazino ve müştemilatı
- Ortaköy’de Dalyan mahallesi ve Ali Saip Paşa Yalısı ile müştemilatı
- Paşabahçe İrcirli Köyü’nde 40 dönüm arazi ve şişe fabrikası
- Beykoz’da 40 dönüm bostan, üç bahçe, 6 tarla, 2 çayır, 3 arsa, 1 bağ, 1 dükkan ve yalısıyla Tokat çiftliği, Yalnız Servi çiftliği.
- Beykoz’da Abraham Paşa’dan alınan 38 dönüm arazi ve üzerindeki müştemilat
- Şişli’de İzzet Paşa çiftliği
- Çatalca ve Çekmece’de; Filifos çiftliği, Kaparya çiftliği, Safra çiftliği, Kılıçali Sağır çiftliği, Silivri çiftliği, Bosna çiftliği, Sazlı Bosna çiftliği, Haraççı çiftliği, Papas Bergos çiftliği, İzzettin çiftliği, Tozalak çiftliği ve Yahya Bey Kışlası.
6 Şubat 2014 Perşembe
10. Yıl Marşı protestosu
"10. YIL MARŞINA TAKILIP KALAN İNSANLAR" SÖZÜ TEPKİYLE KARŞILANDI
Konuşması sırasında, "Türkiye'deki gelişmeleri engellemek isteyen küresel güçler ve uzantıları var Türkiye'de. 11-12 yıllık süre içerisinde Türkiye'de çok önemli yatırımlar oldu. Eğer biz İstanbul'da Kanal İstanbul denen bir projeyi düşünüyorsak, bunu engellemek isteyen insanların kimler olduğuna iyi bakmak lazım. Eğer 3. havaalanını, 3. köprüyü yapan insanları, firmaları kara listeye alıp da, onları karalayıp da, onların sicillerini bozmak isteyen insanlar kimse, onlara da bir bakmak lazım. Arkadaşlar, sizlerden bir kardeşiniz olarak şunu söylemek isterim; sloganlarla bu memlekette birşeyler yaptığını zannetmeye çalışan insanlar, 10. Yıl Marşı'na takılıp kalan insanlar, 'Ana yurdu dört baştan ördük' falan diyen insanlar bu memlekette bir tren rayı bile bir yerlere döşememişler. Ama 11-12 yıllık süreç içerisinde Türkiye'de yapılanlar belli" sözleri üzerine salondan uğultular yükselmeye başladı.
SALONU TERKETTİLER. BAKAN YARDIMCISI'NIN "DURUN ARKADAŞLAR" SÖZÜ FAYDA ETMEDİ
İzleyicilerden bazıları tepki göstererek salonu terk etti. Bu tepki üzerine Bakan Yardımcısı Balta, tepki gösterenleri durdurmak isteyerek, "Durun arkadaşlar" diye seslendi. Ancak, tepki gösterenler salona dönmedi.
Balta da, "Çıkan arkadaşlarıma da teşekkür etmek istiyorum. Demokrasilerde eğer karşı fikirler de varsa, bizim sakin, duyarlı olmamız lazım. Onlara da saygı göstermemiz lazım" diyerek sözlerini tamamladı.
"KENTSEL DÖNÜŞÜM KONGRESİ"NE PROTESTO
'Gezi Forumları', 'Kent Hareketleri' ve 'Kuzey Ormanları Savunması' üyeleri "1. Her Yönüyle Kentsel Dönüşüm Kongresi"nin yapıldığı Şişli Grand Cevahir Oteli önünde basın açıklaması yaptı. Saat 13.00'da otel önünde toplanan yaklaşık 30 kişilik grup, yaptıkları basın açıklamasıyla kongreyi protesto etti.
'Evimiz Değil, Yıkılsın İnşaat Kapitalizmi', 'Talan Kongresine Hayır' yazılı pankart açan grup, 'Bu daha başlangıç mücadeleye devam', 'Direne direne kazanacağız' şeklinde sloganlar attı. Polis, otel çevresinde geniş güvenlik önlemleri aldı. Grup adına basın açıklamasını Cihan Uzunçarşılı Baysal okudu.
Açıklamada, "İstanbul'un yeşil alanlarının, su havzalarının, tarım alanlarının, tarihi ve kültürel varlıklarının, kamusal mekanların, meydanların, kıyılarının, mahallelerinin rant projeleriyle yağmalanmasına karşı mücadele eden bizler Gezi Forumları, Kent Hareketleri ve Kuzey Ormanları Savunması olarak olarak talan kongresine karşı mücadelemizi ve birlikteliğimizi devam ettiriyoruz. Bugün burada yapılan ve kentsel dönüşümün her yönüyle ele alıncağı söylenen kongrede halk yok, mahalle dernekleri yok, konuyla ilgili meslek odaları yok, emek örgütleri yok kamu ve özel sektör temsilcileri var. Kendileri çalıp kendileri söylemek niyetindeler. Birinci diye adlandırdıkları bu kongreyi sonuncu talan kongresi olarak tarihe gömmeye kararlıyız" ifadeleri yer aldı.
Grup basın açıklamasının ardından olaysız bir şekilde dağıldı.
16 Ocak 2014 Perşembe
Savcıya telefon açıldı 'o dosyayı kapatın'
Kılıçdaroğlu, Adalet Bakanı Müsteşarının İzmir'deki soruşturmayı başlatan savcıya telefon açarak ''O dosyayı kapatın'' dediğini iddia etti
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul merkezli operasyona ilişkin, “Dört bakan, onların çocukları ve yakın çevresinin çok ciddi bir yolsuzluk olayının içinde olduğu görülmüştür. Bakan çocukları tutuklandı, bakanlar görevlerinden ayrıldı, böyle bir tablo. Bu tablo bizim tarihimizde ilk kez gerçekleşiyor” dedi.
Halk Tv’de konuk olduğu “Halk Arenası” adlı programda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Kılıçdaroğlu, 17 Aralık’ın Türkiye Cumhuriyeti tarihinin çok önemli bir günü olduğunu ifade ederek, “Çünkü ilk kez Türkiye Cumhuriyeti devletinin hükümet tarafından soyulduğu belgelenmiştir. Dört bakan, onların çocukları ve yakın çevresinin çok ciddi bir yolsuzluk olayının içinde olduğu görülmüştür. Bakan çocukları tutuklandı, bakanlar görevlerinden ayrıldı, böyle bir tablo. Bu tablo bizim tarihimizde ilk kez gerçekleşiyor” diye konuştu.
Operasyonun ardından bir bankanın genel müdürünün evindeki ayakkabı kutusunda milyon dolar para çıkmasını, bakan çocuklarının evlerinde kasaların ve para sayma makinelerinin bulunmasını, milyonlarca Türk lirası ve dövizin çıkmasının hiç tartışılmadığını öne süren Kılıçdaroğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hiçbir yorum yapmadığını ve sadece “Bize komplo kuruyorlar” ifadelerini kullandığını söyledi.
Kılıçdaroğlu, bir yerde mahkeme kararının uygulanmamasının o yerde sorun olduğu anlamına geldiğini dile getirerek, “Bugüne kadar mahkeme kararını uygulamayanlar hep mahkum oldular. Kim olursa olsun. Ama iktidar ilk kez uygulamayacaksın diye açıkça, net talimat veriyor” dedi.
Başbakan Erdoğan’ın “Darbe” söylemiyle cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu gölgelemek istediğini söyleyen Kılıçdaroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Şu algıyı yerleştirmek istiyor. Biz, bir hükümetiz, biz temiz bir hükümetiz. ‘Kirli çamaşırlarımız çıkartıldı ama bunlara inanmayın’ demek istiyor. Ama bu yolsuzluk ve rüşvet olayı o kadar büyük ki Başbakan istediği kadar çırpınsın, bunu örtme imkanı yok zaten. Gazetelere yansıdığı kadarıyla söylüyorum, yolsuzluğun boyutu 247 milyar lira. Altı tane GAP yapılır 247 milyar lirayla 30 tane Marmaray yapılır. Neden ‘Türkiye Cumhuriyetinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonudur’ deniyor, bunun için söyleniyor. Bu olay sıradan, rutin bir olay değil. Eğer gerçekten Bakanlar Kurulunun içine çöreklenen bir yapı varsa ve bu yapı diğer organlara, bürokrasinin içine, iş dünyasının içine yerleşmişse ve beraber devlet hortumlanıyorsa ciddi bir sorunumuz var demektir.”
Yolsuzlukların dünyanın her ülkesinden yaşanabileceğini ve yolsuzluk olduğu andan itibaren yöneticilerden yargıya müdahale etmemelerinin beklendiğini aktaran Kılıçdaroğlu, toplumun duyarlı olan her kesiminin de yolsuzluğun üzerine kararlılıkla gidilmesini istediğini belirtti.
Kılıçdaroğlu, “Mahkemelerin aradığı oğlu Başbakanın yanında, Başbakanlık arabasına biniyor. Polisin aradığı kişi. Bırakın cumhuriyet tarihini, dünya tarihinde böyle bir uygulama yoktur. Gidin Avrupa’ya bakın, Japonya’ya bakın, Papua Yeni Gine’ye bakın. Yani başbakanın oğlu mahkeme kararıyla aranacak ama o başbakanın yanına binecek, bütün korumalar onun güvenliğini sağlayacaklar ve bu kişiyi mahkemeye götüremeyecekler. Bu işte o ‘Anayasa’nın 138. maddesi çöktü’ sözünün temel bir kanıtıdır” diye konuştu.
HSYK’nın yapısında değişiklik öngören kanun teklifiyle sadece atamalar için izin istenmediğini, Teftiş Kurulunun bakana bağlı olmasının, yargıçların ve savcıların HSYK’da hangi görevi yapacağını bakanın belirlemesinin ve hangi hakimin hangi dairede görev alacağını da yine bakanın kararına bırakılmasının istendiğini ifade eden Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:
“Hangi savcı ve hakim hakkında soruşturma açılıp açılmamasına bakan izin verecek. Yani bakan şunu söyleyecek ‘beyler toplanın.’ HSYK toplanacak. Şu talimatı veriyorum yapın. Birisi diyebilir ki ‘ben yıllarımı adalet dağıtmaya verdim. Vicdan sahibi bir insanım, senin dediğini yapamam’ dediği anda hemen iki müfettiş görevlendirecek. ‘Git şunu soruştur’ diyecek. Hakkında olmadık iddialarla. Biliyorsunuz artık Türkiye’de olmadık iddialarla insanları ipe bile götürüyorlar. Onu suçlayacaklar. Belki de mesleğinden olacak. Bu imkanı elde etmek istiyorlar. Yani Teftiş Kurulu ‘tehdit kurulu’ haline gelmiş olacak. İşin özü bu. Bunu tümüyle ele geçirmek istiyor. AB’nin karşı çıkmasının nedeni, Venedik Komisyonun Başkanının karşı çıkmasının nedeni bu.”
Kılıçdaroğlu, demokrasilerde siyasetin sınırını hukukun, diktatörlüklerde hukukun sınırını siyasetin belirlediğine dikkati çekerek, hükümetin bunu elde etmek istediğini ve “Biz hukukun sınırını belirleyeceğiz” dediğini ileri sürdü.
-”Niyetiniz yolsuzluğu örtmektir artık, yolsuzluğu önlemek değil”
Ahlaki olarak yolsuzluk davasına başlayan bir savcının görevinden alınmayacağına değinen Kılıçdaroğlu, savcının görevden alınması halinde toplumda “Siyasi otorite yolsuzlukların üzerini kapatıyor” algısının oluşabileceğini vurguladı.
“Siz eğer daha yolsuzluğun birinci aşamasındayken o savcıyı görevden alıyorsanız, sizin niyetiniz yolsuzluğu örtmektir artık, yolsuzluğu önlemek değildir. Bunun çok tipik örneği Deniz Feneri’dir” diyen Kılıçdaroğlu, hırsızlığı soruşturan savcının suçlu duruma geldiğini savundu.
Kılıçdaroğlu, Adalet Bakanı Müsteşarının İzmir’deki soruşturmayı başlatan savcıya telefon açarak “O dosyayı kapatın” dediğini söyleyerek, şöyle konuştu:
“Adalet Bakanı Müsteşarı bu gücü nereden alıyor, kimden alıyor bu gücü? Bakandan almazsa böyle bir konuşma yapamaz. Şimdi buradan çağrı yapalım isterseniz. Adalet Bakanı kalksın desin ki, ‘yok efendim, böyle bir telefon konuşması asla olmamıştır. Bu, hayalidir’. Bakalım diyebilecek mi? Bu, bir suçtur. Suçu Adalet Bakanı Müsteşarı işlerse ne yapacaksınız. Biz üniversiteyken bir hocamız, ‘kumar oynamak suçtur ama küçük bir Anadolu kasabasında savcı, hakim, kaymakam kumar oynarsa orada suçluyu bulamazsınız’ derdi. Bizim geldiğimiz nokta bu.”
Fezlekeler gecikmemeli
İstifa eden bakanlarla ilgili fezlekelerin hatırlatılması üzerine Kılıçdaroğlu, Adalet Bakanlığının bu fezlekeleri bekletme hakkının olmadığını belirterek, “Fezlekeler gecikmeksizin TBMM’ye gönderilmeli. İktidar gerçekten temiz olduğuna inanıyorsa, bu fezlekeleri geciktirmeksizin parlamentoya göndermek zorundadır” diye konuştu.
Kılıçdaroğlu, yargıda ve diğer bazı kurumlarda yapılan son değişikliklerin nedeninin de Başbakan Erdoğan’a ulaşılmasını engellemek olduğunu savunarak, “Çünkü rüşvetin ve yolsuzluğun başında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan var” iddiasında bulundu.
Kılıçdaroğlu, bir soru üzerine, hukuk devletinde “Yolsuzluk ve rüşvetin” hesabının sandıkta değil, yargı önünde verilmesi gerektiğini dile getirdi.
Yaşananların vatandaşlarda umutsuzluk ve karamsarlık yaratmaması gerektiğini vurgulayan Kılıçdaroğlu, CHP olarak şiddete başvurmadan mücadelelerini sürdüreceklerini aktardı.
Yargı kararlarını emniyet güçlerinin yerine getirmediğine yönelik iddiaların hatırlatılması üzerine ise Kılıçdaroğlu, yargı kararlarının en geç 30 gün içinde uygulanması gerektiğini, aksi takdirde suç işlenmiş olacağını söyledi. Kılıçdaroğlu, yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle bir “Devlet krizi” yaşandığını savundu.
HSYK ile ilgili kanun teklifinin Genel Kurula gelmesi halinde komisyonda gösterdikleri mücadeleyi orada da vereceklerini dile getiren Kılıçdaroğlu, “Parlamentodan geçmesine engel olmaya çalışacağız” ifadesini kullandı.
İstanbul merkezli operasyona değinen ve Başbakan Erdoğan’ı eleştiren Kılıçdaroğlu, “Çünkü kendisi işin içinde. Sorun orada zaten. İşin içinde olmasa, kendisine dokunmayacağını bilse emin olun babası bile olsa üzerine gider” değerlendirmesini yaptı.
“Komplo” açıklamalarına da değinen Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:
“Daha düne kadar ‘ne istediniz de vermedik’ diyen Erdoğan, şimdi onları haşhaşi diye suçluyor. Dört bakanın gitti ne komplosu. Komplo olsa bakanların arkasında kapı gibi durursun. Hem ‘istifa edin’ diyor hem de ‘beni rahatlatacak bir deklarasyon yayınlayın’ diyor. Devletin içinde çeteler olabilir, sen başbakansın zaten çetelerle mücadele etmek zorundasın. Eğer o oluşumu ‘çete’ olarak adlandırıyorsanız siz zaten suçlusunuz. ‘Her şeyi verdim size neye itiraz ediyorsunuz’ diyor.”
Kııçdaroğlu, emniyetteki yer değişiklikleriyle ilgili bir soruya karşılık, faturanın öncelikle polise çıktığını savundu. Kılıçdaroğlu, yer değişikliğine uğrayan polislerden yargı yoluna başvurmalarını istedi.
-”Baykal’a yönelik komplo”-
Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a yönelik “Komplo iddiaları” ve Baykal’ın soruşturmaya yönelik açıklamalarının hatırlatılması üzerine Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:
“Sayın Baykal’a yönelik yapılan komplonun hemen arkasından Erdoğan’ın bir açıklaması oldu. ‘MİT’e talimat verdim, kim yaptı bulsun’ diye. Bugüne kadar hiçbir şey olmadı. Ben, bunu yetkililere sordum zaman zaman ‘ne oldu’ diye. Bir ülkede anamuhalefet liderine karşı böyle bir komplo yapılıyorsa, bunu ortaya çıkaracak siyasi otoritedir. Benim kişisel kanaatim ortaya çıkarılması için ciddi bir çaba sergilenmiyor. Sayın Baykal’a karşı en acımasız söylemleri Erdoğan söyledi. Bunu kullandı, ayıptır bunu kullanmak. Şimdi kendi yolsuzluğunu ona eş değer kılmak istiyor. Bu, bir kaset olayı değil, farklı, elle tutulan bir olay. Oraya taşımak istiyor, acaba ‘ben mağdurları oynayabilir miyim’ diyor. Artık bu mağdur edebiyatına son vermesi gerekir. Artık kabak tadı verdi.”
-”Siyasi ahlak yasası çıkaracağız”
Bir soru üzerine eksik muhalefet yapmış olabileceklerini, bunu halkın ölçeceğini ifade eden Kılıçdaroğlu, birçok konuda TBMM’de muhalefet yaptıklarını aktardı. Medya ve sivil toplum gibi kuruluşlarının önemine işaret eden Kılıçdaroğlu, Türkiye’de güç yoğunlaşması olduğunu, bunun kontrolsüzlüğünün zehirlenmeye yol açtığını söyledi.
Sayıştay raporlarının Meclise gelmediğini, anayasal kurumun görev yapmasının engellendiğini öne süren Kılıçdaroğlu, hükümetin şimdi de “Yargı da benim elimde olsun” dediğini ileri sürdü.
Temiz bir siyaset istediklerini, baskıdan değil özgürleşmeden yana olduklarını, ülkenin temiz, düzgün bir yönetime, özgürlüğe, güler yüzlü insanlara ihtiyacı bulunduğunu vurgulayan Kılıçdaroğlu, iktidara geldikleri takdirde ilk 4 ayda mutlaka siyasi ahlak yasası çıkaracaklarını, yasama, yargı ve yürütmenin birbirini denetleyeceğini söyledi.
Türkiye’nin yeterli birikimi, kültürü ve kurumları olduğunu ancak bunların çalıştırılmadığını ifade eden Kılıçdaroğlu, sürecin böyle sürmesi halinde AB ile ilişkilerin bozulabileceğini, çağdaş dünyadan kopulacağını, oysa bunun için pek çok bedel ödendiğini belirtti.
Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin böyle bir yönetimi hak etmediğini, birinci sınıf demokrasiye layık bir ülke olduğunu dile getirerek, siyasetçilere karşı eleştirinin dünyanın her ülkesinde olduğunu, zaman zaman kendisine yönelik bu tür davranışlarda da bulunulduğunu aktardı.
-”İlla CHP’li mi olması gerekiyor?”
“CHP ile cemaat arasında zımni bir anlaşma yapıldığı”na dair iddialara ilişkin görüşleri sorulan Kılıçdaroğlu, “Hayır efendim. Biz de zaten hayretle okuyoruz. Şimdi haksızlığa uğrayan bir insanı illa benim korumam için CHP’li mi olması gerekiyor? Böyle bir şey olabilir mi?” dedi.
Kılıçdaroğlu, bir başka soruya karşılık, 5 yıldır tutuklu olan ve kanser tedavisi gören eski İnönü Üniversitesi Rektörü Profesör Fatih Hilmioğlu’nu gelecek hafta ziyaret edeceğini bildirdi.
Bu davaların yeniden görülmesi için teklif verdiklerini anımsatan Kılıçdaroğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuda, “Topu dolaştırdığını, samimi olmadığını” iddia etti.
Yerel seçimlerin ülke açısından önemine dikkati çeken Kılıçdaroğlu, bu seçimlerle temiz siyasetin yolunun açılabileceğini söyledi. Halkın sağduyusuna güvendiğini belirten Kılıçdaroğlu, her krizden çıkılabileceğini, bunun fırsata dönüştürülebileceğini ancak halkın desteğine ihtiyaçları olduğunu belirtti.
Siyasetçilerin halka örnek olması gerektiğini, kendisinin de halktan birisi olduğunu ifade eden Kılıçdaroğlu, amaçlarının sağlıklı ve güzel gelecek hazırlamak olduğunu aktardı.
Kılıçdaroğlu, siyasette zenginleşme olamayacağına, Parlamentoya geldiği gün mal varlığını ortaya koyduğuna değinerek, gelir dağılımında adaletin sağlanmasının önemine işaret etti.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, gizli tanık uygulamasının sona ermesi, tartışılan davaların yeniden görülmesi gerektiğini ifade ederek, “Af suçlu için getirilir. Bunlar masum insanlar” dedi.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına da burada görev düştüğünü belirten Kılıçdaroğlu, “Başsavcı, o dosyaları inceleyip haksızlıkları çıkarmalı, Yargıtay Genel Kuruluna götürmeli ve davalar yeniden açılmalıdır” değerlendirmesinde bulundu.
-”İşte RTÜK modelini görüyoruz”
İstanbul merkezli operasyona ilişkin yayınları nedeniyle RTÜK’ün bazı kanallara ceza verdiği hatırlatılarak, düşüncesinin sorulması üzerine Kılıçdaroğlu, “Sayın Erdoğan ne diyordu, ‘HSYK’yı değiştirelim, RTÜK modeli gibi bir model getirelim.’ Ben de şunu söyledim; ‘hakimin yakasında siyasi parti rozeti olmaz’ dedim. Hakim olmaz o zaman. İşte RTÜK modelini görüyoruz” diye konuştu.
Bir soru üzerine İstanbul ve Ankara’da yerel seçimlerde iddialı olduklarını dile getiren Kılıçdaroğlu, adaylarının çalışmalarını sürdürdüğünü söyledi.
Ankara adayı Mansur Yavaş’ın sorulması üzerine Kılıçdaroğlu, “Mansur Bey çalışıyor, gerçek Ankaralı’dır, belediyeciliği kanıtlanmıştır. ‘Anakent belediye başkanı olduğum gün CHP rozetini çıkaracağım, tüm kesimlerin başkanı olacağım’ diyor. Ben de ‘işte gerçek anlamda sen belediye başkan adayısın’ dedim. Mansur Bey kişiliği ile deneyimi ile Ankaralılar’ın gönlünde taht kurmuş durumda” ifadesini kullandı.
Kılıçdaroğlu, İstanbul ve Ankara için anketlerin sorulması üzerine, “Oranları vermeyeyim ama iyi yerdeyiz. Başarılı olacağız. İddialıyız” dedi.
Adaylarının büyük bir bölümünü belirlediklerini hatırlatan Kemal Kılıçdaroğlu, şubat ayı başında düzenleyecekleri Parti Meclisi toplantısı ile yerel seçimlerdeki adaylarının tamamını kamuoyuna açıklayacaklarını kaydetti.
Savcıdan flaş Gezi eylemi kararı
31 Mayıs’ta yaşanan Gezi Parkı olaylarında takipsizlik kararı çıktı. Savcı, “Barışçıl gösteri, izinsiz bile olsa demokratik haktır. Barışçıl gösteriye katılanlar hakkında dava açmak AİHM kararlarına aykırı” dedi.
27 Mayıs 2013'te iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle küçük çaplı olaylar olarak başlayan Gezi eylemleri, 31 Mayıs günü sabahın ilk saatlerinde Gezi Parkı'na kurulmuş çadırlara müdahale edilmesinin ardından, geniş çaplı toplumsal gösterilere dönüştü.
31 Mayıs günü gerçekleşen gösterilerde, İstanbul'da yüzlerce kişi gözaltına alındı, gözaltına alınanlardan 74 kişi aleyhinde de soruşturma başlatıldı.
Edinilen bilgiye göre, soruşturmayı yürüten savcı, çok önemli bir karara imza attı;
Savcı Hüseyin Aslan, 74 kişi hakkında "takipsizlik" kararı verdi. Kararda, savcının takipsizlik kararı konusunda çarpıcı gerekçeler yer aldı;
-Göstericiler, barışçıl bir gösteriye katılmışlardır
-İzinsiz bile gerçekleşse, barışçıl bir gösteriye katılmak, AİHM kararları uyarınca suç teşkil etmez.
-Göstericilerin yaptığı, demokratik haklarının kullanılmasıdır.
-Göstericiler, mahkeme tarafından da hukuka aykırı bulunan ve iptal edilen Taksim Yayalaştırma Projesinin, idare tarafından uygulanma isteğine karşı bir araya gelmişlerdir.
-Göstericiler, ceza gerektirecek herhangi bir suça karışmamışlardır.
Göstericiler polis tarafından, 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanuna muhalefet etmek ve güvenlik güçlerine direnmek suçlamalarıyla gözaltına alınmışlardı.